17 Nisan 2011 Pazar

Daimi Zikir / Zikrullahın Meyveleri

Ey Aziz!..
Bu vasiyet, ALLAH'I zikretmek ve zikrullâh'ın meyveleri hakkındadır.
Her vakit, mümkün olduğu müddetçe Zikrullâh'a devam edin!.
ister gizlice, ister aşikâr, ister cemaatla, ister yalnız., her hâlde Allah'ı zikredin!.
Zira, Allah Celle Celalühü :
"Siz beni zikrederseniz ben de sizi zikrederim." (Bakara sûresi. Âyet 152)
buyuruyor. Bu da; Allah, kendi zikrini, kulun zikrine cevap kıldığına delâlet eder.
Şimdi sana şöyle bir sual sorarım,..
- Hangi sıkıntı kula günâhlardan zararlı olabilir?..
Allah Rasulü Aleyhisselam'ın sıkıntılı zamanlarında,
«Elhamdu lillah îalâ külli hâlin.»
«Her durumda ALLAH'a hamd olsun.
ve., ferahlık zamanlarında ise;
« Elhamdu lillahîl muni'mil mufzili »
«Ni'metleri ihsan eden ALLAH'a hamd olsun. »
diyerek dua ettiği rivayet edilmektedir:
Ey Aziz!..
Daima kalbini Allah'ın zikriyle şuurlandırırsan, kalbin zikrin nuruyla nûr'lanır..
İşte o nûr, sana keşfin verilmesine vesile olur.
Bil ki!..
Ancak nûr ile de eşyanın hakikatini keşfetmek gerçekleşebilir.
Bir kimsede, inayeti ilahî ile keşf hasıl olursa, ona, o vesile ile haya duygusu da
gelir...
Buna delil ise, komşun ve saygıya layık gördüğün kimselerden haya etmendir.
Ve yine bilesin ki...
Bizim kelâmımız, ancak mümin olanlaradır.
Vasiyetlerimiz de ALLAH'a ve "O'nun Rasulleri vasıtasıyla bize gönderdiklerine
inanan müslümanlaradır.
ALLAH Celle Celalühü, Hadis-i Kudside şöyle buyurmaktadır:
«Kulum beni zikr ettiğinde Ben kulumla beraberim...
Şayet kulum beni nefsinde zikrederse Ben de onu nefsimde zikr ederim...
Şayet BENi cemaatla zikrederse Bende onu daha hayırlı bir cemaatta
zikrederim... »
(Ebu Hureyre; Buhari, Müslim.)
Ayrıca kendisini zikredenleri Kur'ân'da da anmıştır şöyle ki:
«ALLAH'I çok zikr eden erkekler ve kadınlar... »
(Ahzab sûresi, Âyet 35)
Dolayısıyla biz de şöyle vasiyet ederiz:
— Zikirlerin en yücesi; Allah'ı her hâl de
(yatarken, gezerken, otururken, bir başka işle uğraşırken gibi..) dâim zikretmektir.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Hüsnü Zan Et / Ben kulumun zannı üzereyim (CC)

Ey Aziz!..
Bu vasiyet, ALLAH'ü Teâla'ya hüsn-ü zan etmek hakkındadır.
Ne halde olursan ol...
Rabbine hüsn-ü zanda bulun!.
SAKIN!..
Rabbine sû-ı zan etme!..
Niye?..
Zira, alıp verdiğin nefeslerinin hangisinin sonuncu olacağını BİLEMEZSİN...
öyle ise; her hâlinde hüsn-ü zan üzere ol!..
Ki.. Son nefesinde de o hâl üzere; öiümü tadarak Rabbine kavuşasın.
Ey Aziz!..
RABBİNE Sû-I ZAN ETMEKTEN SAKIN!.
Çünki, sû-ı zanda bulunacağın zamanda vereceğin nefeste Allah celle celalühû'nün
senin ruhunu kabz edip etmeyeceğini bilemezsin...
Öyle ise,. Sen sen ol da..
Hayatta iken sû-i zanda bulun.
Ayrıca..
- "Ölüm esnasında, hüsn-u zan et..." diyenlerin sözüne iltifat etme.
Zira..
Arif-i billâh olan zevat, alıp verdikleri her nefeste Allah celle celalühû murakabe
ettikleri iç in, onların katın da böyle denilen sözler meçhuldür... Yani, kabul görmez.
Bil ki!..
Bu açıkladığımız hâl üzere olmanın birçok faideleri olduğu muhakkakdır.
Şöyle ki..
Bu hâl üzere olmak; aynı zamanda, Allah-u Tealâ'yı Esma ve Sıfatlarıyla bilmeyi
de içermektedir... Zira, bu hâl üzere olmakla, Hakka karşı hakkıyla ahde vefa etmiş
olursun.
Allah'ın senin üzerine vacib kıldığı haklarından biri de aşağıda yazacağımız Âyetin
hükmüne imân etmendir.
“Sizi bilmeyeceğiniz bir yaratılışla var etmek üzereyiz"
(Vakıa sûresi, 61)
Ey Aziz!..
Şayet, Rabbine karşı sû-i zan edici olduğun durumda (Allah korusun)... Allah
celle celalûhû sen de ölümü var ederse., o vakit, "O"nun huzuruna o hâl ile çıkarsın.
Rasulüllah Aleyhisselâm, ALLAH'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
- «BEN, kulumun Benim hakkımdaki zannı üzereyim öyleyse kulum Benim
hakkımda husn-ı zan da bulunsun.»
(Buhari ve Müslim)
Yukarda zikrettiğimiz Hadis-i kudsi'de Rabb-ül Âlemin, hüsn-ü zannı bir vakitle
kavıtlamamıştır.
Öyle ise, "Hayatta iken sû-ı zan üzere ol ve ölüm esnasında hüsn-ü zann üzere
bulun.." diyerek Rabbül Âlemin'e karşı zannı hangi hükme dayanarak bir vakitle
kayıtlarız..???
Bil kil.
Hüsn-ü zann, Allah-u Tealâ'nın Gafur, Rahim, olduğuna dolayısıyla da
Rahmetinin Gazabını geçtiğine itikat etmekdir.
Bu itikada İlâhi da'vet edicin, aşağıda zikr edeceğimiz Âyet-i Kerime olsun:
«De ki; Ey kendilerinin aleyhinde haddi uzatanlar, Allah'ın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin.»
(Zumer sûresi, Âyet 53)
İşte, Allah tealâ, rahmetinden ümid kesmeni böyle yasakl ıyor.
Öyle ise, "O"nun yasakladığı şeyleri, senin terk etmen vacib olur. Unutma ki;
«Allah bütün günâhları yarlığar.»
(Zumer Sûresi, Âyet:53)
Ey Aziz!..
"O"nun verdiği haberler doğrudur. "O'nun verdiği haberlere değişim girmez,
Değişim girerse yalan olur. Yalan ise, Allah-u Tealâ hakkında muhaldir.
"Allah, bütün günâhları yarlığar.."
Allah, yukarda zikredilen ilâhi buyruğun da bağışlayacağı günâhı kayıt altına
almamıştır.. Çünkü, Cenab-ı Hak, günâhları kelimesini "Cemia'n" lafzıyla te'kid kılmıştır...
Arap dil bilgisinde, "Cemia'n" lâfzı, kendisinden bir önce zikredilen kelimeyi
te'kit (manâsını pekiştirmek, kuvvetlendirmek) etmek içindir.
Sonra...
Bu tekidi "İnnehû huve" ile tamamlamıştır. "İnne" lâfzı tahkik edatı "HÛ" zamiri
Huviyetullah'a bakan zamirdir... Huve zamiri, fasldır.
Âyette;
"Şüphesiz ki "O" çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.."
İnneHÛ'daki, "HÛ" zamiri öznedir.
Yüklemi ise EL-GAFUR ve ER-RAHİM lâfızlarıdır.
İşte, bu iki Esmâ'nın yüklem olmasında Allah'ın Rahmetinin gazabını geçtiğine
işaret vardır.
Keza "Eliezine esrefû" demekle de haddi aşmanın ne tür olduğunu mubhem
(belirsiz) bırakıyor..
İsmi nakıs olan "Ellezine" kelimesini zikr etmesi ise, bütün hadsizlikları
kapsamaktadır...
Sonra.,. "Benim kullarım" demekle Allah Tealâ, kulları kendine izafet etmiştir. Zira,
onlar "O"nun kullarıdır.
Keza, Cenab-ı Hak, Hazreti İsa Aleyhisselâm'dan şöyle haber vermektedir:
"Eğer kendilerine azâb edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır."
(Maide sûresi, Âyet 118)
Açıkça görüldüğü gibi yukarda zikr ettiğimiz Âyette de ALLAH, kulları kendisine izafet
etmiştir.
Ey Aziz!, Bil kil.
Onlara şeref olarak Allah'a izafet edilmelerinin şerefi yeter.

Amellerini Tart / Tüm uzuvların ve Eşya Şahittir

Ey Aziz!..
Bu vasiyet, İnsanın uzuvlarının ve bulunduğu yerlerin aleyhinde veya
lehinde şahitlikte bulunacakları hakkındadır..
Bir mekânda günâh işlemişsen, tâat ve ibâdet yapmadıkça o yerden ayrılma!.
Zira, kıyamet gününde herşey şahitlikte bulunacak..
İşte o gün de, o yer aleyhinde şahidlik yapacağına, lehinde şahidlik yapsın...
Yani..
Kalbî veya zahirî bir isyanı işlediğin o yerden, kalbî veya zahiri tâat ve ibâdet
yaptıktan sonra ayrıl!..
Keza giydiğin elbiseler hakkında da sana hatırlattığım gibi yap..
Şayet, giydiğin elbiselerle bir günâh işlemişsen o elbiselerle ibâdette bulun!..
Keza senin bedeninden ayrılacak olan cüzlerinde bu hâl üzere olsun.
Misâl, bıyıkları kırpman, koltuk altındaki fazla kılları traş etmen, tırnaklarını kesmen
ve bedenindeki kirleri temizlemen gibi...
Bunların her birisi senden ayrılırken zikrûllah ve taharet üzere olmaya dikkat et!..
Zira, bunlara hesap gününde, "Ne hâl üzere terk edildiniz?.." diye sorulacakdır..
Ki bu işleri yapacağın zaman da gücünün yeteceği ibâdet ise; şüphesiz dua etmendir.
Yani..
— «Ey Allah'ım bu cüzlerimi benim için istiğfar edici kıl..»
diyerek dua etmendir,
Bil ki!.. Rabbimiz şöyle buyurdu:
«Bana, dua edin!., size icabet edeyim»
(Mü'mln Sûresi, Âyet: 60)
Anlattığımız tarz üzere hareket ile, bu Âyetteki "DUA EDİN!." emrine imtisal ederek
vucubuyetini de yerine getirmiş olursun.
Âyetin devamında Allah c.c. şöyle diyor
«Bana ibâdetten büyüklük taslayıp uzaklaşanlar hor hakir cehenneme
gireceklerdir.»
(Mü'min sûresi, Âyet.60)
Âyette zikredilen "ibâdet" lafzından maksat; DUAdır,
Bil ki..
Zillet ve meskenetten kibirlenerek vüz çevirenler, dua edemezler..
Zillet. Allah'a muhtaç olduğunu idrak etmekle "O'na dua ederek yalvarmaktır..
Cenab-ı Hak, duayı "ibâdet" diye bu Âyette isimlendirmiştir.
İbâdetin bir yönü, tevazu ve muhtaçlıkdır.
Öyle ise; emredilenler yapılırsa, izzetli olarak Cennete mukâfat-ı ilâhi olarak girilir.
- Birgün yıkanmak için hamama girdim arkadaşım Necmeddin Ebul Mâ'lî ile
karşılaştım..
Ebul Mâlî, başını traş etmesi için berberi çağırdı..
O anda, ben de düşüncelerimi anlatmak ve taharet üzere soru sormak için "Ya Eb'ul
Mâli.." diyerek söze başlamıştım ki... daha ben sözümü bitirmeden hemen bana;
- "Ey İbn'ül Arabî, ben taharet üzereyim maksadını anladım." diyerek cevap erdi.
Ben, bu manâlı cevabından; onun süratli anlaşıyını, dâim huzurda oluşunu ve
edeblere riayet edişini anladım... Şaşırdım.
Zira o, benden daha önce böyle bir söz işitmemişti..
Ayrıca, böyle bir şeyi daha öncesinde de bilmemekte idi.. Ona;
- “Ey Ebul'Mâlî!. Ben de saçlarını traş ettirirken sana taharet ve zikrullah üzere
olmanı hatırlatmak için seslenmiştim.” dedim. Bu sözlerim üzerine o da bana hayırla
dua ettikten sonra saçlarını traş ettirdi.
Ey Aziz!..
İnsanların çoğu bu anlattığımız meselede ğafildir.
Onar;
— "Kişi günâh işlediği mekan da durmasın, derhal terk etsin!.. Zira orada beklemesi
ona günahını hatırlatır.. Dolayısıyla o kişi, günahının, mubah olmasını arzular... Ki böylece,
günâh üzerine günâhları artabilir..."
Diyerek... Korkarlar...
Halbuki onlar, şefkatlerine binaen böyle demişlerdir.
Amma, onlar, böyle demekle çok büyük ilimden mahrum kalmışlardır.
Sen böyle bir hâl ile karşılaşırsan, o yerde; Allah'a itaatte (dua'da) bulun... Ondan
sonra, orayı terk et!., Bu tarz hareket etmekle, benim tavsiye ettiğimi ve onların söylediğini
birleştirmiş olursun.
İşlemiş olduğun günâhları hatırlar, hatırlamaz da derhal tevbe ve istiğfar et!.
O işlenilen günâh nisbetince Allah'ı zikr et!..
Zira.. ALLAH, Cette ve Aiâ;
«Hasenatlar (güzel ameller) seyiatları (kötü amelleri) giderir.»
(Hud sûresi, 114)
buyurmuştur.
Ayrıca Hadis-i Sahih'de de şöyle varid olmuştur,
— «Her kötülükten sonra o kötülüğü giderecek bir hasene (güzel amel) işle.»
(Keşf’ul Hafa C.1,S. 43)
Ey Aziz!..
Öyle ise; güzel ve çirkin amellerini ölçecek bir terazin olmalı..
Ki, o terazi ile, güzel ve kötü amelleri ölçebilesin...
Bil ki!..
O terazi, ŞERİAT mizanıdır.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Cemaat / Allah'ın kudreti-yardımı cemaatledir

Ey Azizi..
Bu vasiyet, Cemâat'da kuvvet olmasının hakkındadır.
Cenab-ı Hak, zikr edeceğimiz Âyette genel vasiyette bulunmuştur.
«O, "Dini doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin." diye asl-ı dinden hem Nuh'a
tavsiye ettiğini, hem sana vahyettiğimizi, hem İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye
ettiğimizi, sizin için de şeriat yaptı.»
(Şûra Sûresi, Âyet: 13)
Her millet ve zamanın, Kıyamet gününe kadar baki olan şeriatı üzere istikâmette
olmamızı gerektirecek dinde dosdoğru olmayı, ittifak üzere bulunmayı ve dinde tefrikaya
düşmememizi Allah Tealâ emrediyor:
«Ye'dullah mea'lcemaâti»; Allah'ın kudreti-vardımı cemaatla beraberdir.
Kurt sürüden uzaklaşanı yer!..
Yani..
Yenilen, sürüden nefret ederek uzaklaşan koyundur.
"Ye'dullah mea'lcemaâti” sözünde ye'd'in (kudretin) ALLAH, lâfzına izafet
edilmesinin hikmeti şudur; ALLAH, Esmayı hüsnâlardan soyutlanmış olarak değil de
ancak, Esmâ-i hüsnasıyle birlikte taakkul edilebilir.
Öyle ise: ZÂT'ının Tevhidi ve Esmasının çokluğu lâzımdır. Zât ve Esmaların
tamamı İtibarıyla "O" ma'buddur.
Dolayısıyla, Esmanın kesretinde Vahdet bulunduğu için Allah'ın yardımı
cemaatladır.
Hakîm bir zat, ölüm esnasında çocuklarını çağırdı ve onlara «Bastonlarımı getirin,
hepsini birbiriyle bağlayın,., dedi. Sonra da "Şimdi bu bastonları kırın ..." buyurdu...
Çocuklar babalarının emrini yerine getirmek üzere birer birer denemelerine rağmen
bağlanmış bastonları kıramadılar. Bunun üzerine hakîm zat, bağlanmış bastonları
birbirlerinden ayırdı tekrar çocuklarına "Bastonları tek tek alın kırın" buyurdu.. Babalarının
bu buyruğundan sonra çocukları bastonları tek tek alıp kırdılar... Hakim zat; "Ey
çocuklarım, sizde benden sonra birbirinizden ayrılmazsanız hiçbir şekilde mağlûp
olmazsınız. Amma sizler birbirinizden ayrılırsanız düşmanlarınız sizi darmadağın ederler...
buyurdu.
Kezâ Din iie kâim olanlar Dinde tefrikaya düşmezler ve dosdoğru Din üzere ittifak
ederlerse, düşmanları onlara karşı muzaffer olamazlar.
Ey Aziz!..
İnsanın zahîrî ve Bâtınî hâli de böyledir.
Öyle ise; bir şahıs kendi zatında Dini bütün azalarına tatbîk etmek suretiyle dinde
dosdoğru olmaya ceht etse, şeytan-ı insi ve şeytan-ı cinni o şahsa karşı yapacakları
vesveselerle galib gelemezler.
Niye?
Zira, Melek ve imân nurunun yardımı o şahsa verilmiştir..
Artık o şahsa, Şeytan-ı insi ve Şeytan-ı cinni nasıl vesvese verebilir..???
Özellikle de; böyle bir yardım verilmiş şahısa!!!...

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Vasiyet Etmenin Önemi

Ey Aziz!..
Bu vasiyet, vasiyet etmenin önemi hakkındadır:
Vasiyet; vâsıl, sâlik ve müridleri için bir hatırlatma ve ışıktır.
Allah Tealâ ve Rasulleri, hakkı vasiyet ettiler,
Dolayısıyla, Enbiyâlara bu hususta ittibâ etmek amellerin en faziletlisidir.
O halde.. Doğruluk için, aydınlatıcı vasiyetler olmasa, halk körlük içinde olur. Zira,
devletlerde mülkün devamı vasiyetle olur.
Vasiyet, ezelde Allah, hükmü olduğu için vasiyet yolunu terk etme ve onunla âmil ol!.
Ben, İnsanlara Allah'ın vasiyet kıldığı şeyleri hatırlattım...
Ki, vasiyet hükmünü ihdas etmekte benim yaptığım birşey yoktur.
Öyle ise; benim hatırlattığım vasiyetler onların söylediklerine mûhâlîf değildir..
Sulükûn en kuvvetli yollarına, açıkladıklarım ters-zıt gelmez.
Hazreti Ahmed Aleyhisselâmın Sünnetleri Din in bizzat kendisidir.
Mustafa'nın ümmeti ümmetlerin en nurlusudur.
Onun dini gözleri köreltmez bilakis kuvvet verir.. Tâki kişideki nefsî meyli düzelir.
Ey Aziz!,.
Sırrınla O'nun merkezinden Kamer-i alâ'ya, O'ndan Zuhal yıdızına yükselmeyi
kendine pay edin!.
Zühal'den sahilinde düşmeyeceğin "sevâbite" (sabit yıldızlara) yüksel!.
O sevâbitlerden hamil burcunun yüksekliğine ayaklarını sağlam basarak, enaniyetini
kırarak kâmil ol!.
Oradan da, kadem-ı kürsiye (ilme) ve o kürsiden şekil ve misalleri kuşatıcı olan Arş'a
yüksel!..
Sebeb ve arazlarla kayıtlı olan akıl için kurtuluş; her noksandan münezzeh olan
Zâtın ahlâkına ittiba etmekdir.
Ezel ile vasıflanan menzile, azameti veren A'mâyı mutlakaya varıncaya değin
durmadan ceht et!.
Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan tecelliyat-ı ilâhiyeye bir bak!.
Bil ki!..
O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur.
Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...
İşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti..
O halde, biz de Hakk'ı hem ulvî hem de suflî olan her şey de müşahede ederiz.
Anla!.
Bu anlattıklarımız, eğer sen sağlam akıl, fikir sahibi isen, bizim vasiyetimizdir.,
Ki, gerçekten bu vasiyetlerimiz; ziynetlerin en güzellerindendir.
Ey Aziz!..
Bu vasiyetlerle her malûmu, hakikatta ne suret üzere ise öylece bilirsin.. Yani, başka
şeylerle iltibas etmiş olarak değil de hakikâtte oldukları hâl üzere bilirsin.
Artık sen de, başka tecelligâhı olmayan manzar-ı a'lâya bak ve "O"na dâim yönel!.
Eğer, seni mutlu kılacak başka bir çeşmeye davet edilirsen icabet etme!..
Öyle ise; dâim böyle bir çağrıya karşı korku üzere ol!!!..
Beyt:
Hak, bir takım icadlara bizleri alet ettiği için bizler dişileriz..
Varlıkta "ERİLLİK" bulunmadığından dolayı Ailaha hamd olsun.
Anla!.
Örfün “RİCAL” diye isimlendirdiği kimseler üretken olmaları yönüyle
dişidirler…
Dolayısıyla bu vasıflarından onlar, benim arzu ettiklerimdir.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Tasavvuf / Vasiyetler Önsöz

Ey Azizi..
Tasavvuf; Şeriatın zahiri ve bâtını olun bütün âdablarına vâkıf olmaktır. Ahlâk-ı ilâhiye
ile ahlâklanmaktır...
İnandığı halde Allah'in emir ve yasaklarına uymayan kimselerin hali, şaşılacak bir
durumdur..
Kulun Allah'a yakınlığı, ancak Allah'a imân ettikten sonra, Allah'ın katından gelenlere
ve onları bizlere ulaştıran Allah Rasüllerine imân etmekle gerçekleşir..
Çünkü insanlar için kurtuluşa vesile olacak şeyleri Rasûllerden, Nebîlerden ve onların
varisleri olanlardan başkası açıklayamaz. Başkaları bu sırra vâkıf olamazlar..
Kur'ân gereği hayatını düzenleyenler Allah'ın koruması altında olurlar.
M. İBN’ÜL ABABÎ

20 Mart 2011 Pazar

Haller ve İlim

..Halin mahiyetini bilmeyen sufiler, halin bilgiden üstün olduğunu söyler. Halbuki Allah adamlarının büyükleri, bu dünyada hallerden sakınır. Haller, en büyük perdelerdir. Bu nedenle sufiler halleri ‘vergi (mevhibe)’, makamları kazanılan şeyler saymışlardır. Büyüklere göre ise, dünya her zaman çalışma yeridir, yoksa (vergi olan) hal yeri değildir. Çünkü çalışmak, senin dereceni yükseltirken, hal sahibinin vaktini boşa harcar ve bu nedenle yükselemez. Hatta hal, salikin (kazanım yoluyla elde ettiği) makamının dünyadaki erken-peşin sonuçlarındandır. Bu nedenle haller vergiler olmuştur. Kazanılar şeyler olsaydı, hiç kuşkusuz, onlar sayesinde yükselme gerçekleşirdi.

Hal dünyada değil, ahirette üstün olacaktır. Bilgi ve makam ise, hem dünyada ve hem de ahirette üstündür. Allah peygamberine bilgisinin arttırılmasını istemeyi emredip şöyle demiştir: “Rabbim bilgimi artır!” (Taha:114) Halbuki halindeki bir artışı istemeyi emretmedi. Halin üstün olduğunu kabul eden kimse bilginin üstünlüğünü bilip bilgiden de güvenilir bir zevki olsaydı, hiç kuşkusuz, kendisini bilenleri şereflendirdiği konuda Allah’a uymuş olurdu. Söz konusu kişi Allah’ın kendisini ve seçkin melek ve kullarını nitelediği bu özellikten mahrum kalıp bu dereceye ulaşamamış olduğu için, halin bilgiden üstün olduğunu iddia ederek kendini savunmaya kalkışmıştır. Böyle bir insan –Allah’a hamdolsun- hem bilgiden ve hem de halden eksiktir.

Doğru hal sahipleri, bilginin hale göre üstünlüğünü bilenlerdir. Onlar, bilginin peşindedir. Çünkü hal onlarla yaratılış gayeleri arasında bir engeldir. Bu nedenle, halden (hal peşinde koşmaktan) uzak dururlar. Halin engel olduğunun kanıtlarından birisi şudur: Hal sahibi haliyle mutlu olsa bile, ölümü anında ondan yüz çevirip ondan uzaklaştığını ve hal sahibi olmamayı dilediğini görürsün. Çünkü hal, Allah’a yaklaştıran bir şey değildir. Dünya ise, (Allah’a) yaklaştıran sebeplerin bulunduğu bir yerdir. Ahiret ise yakınlık yeridir. Gerçek bilgin, her niteliği kendi yerinde hüküm sahibi yapar. Halin hükmü ise ahirettedir. Bilgi ise, hem dünyada hem de ahirette, kısaca her yerde hüküm sahibidir. Çünkü onun üstünlüğü eksiksizdir.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)


Futuhat-ı Mekkiyye

5 Mart 2011 Cumartesi

Kuranla Amel, Toplayıcı Ol.

Ey Dost!.

Kur'ân'ı tefekkürle okumaya devam et!..

Okuma esnasında da, Allah, sevdiği kimseleri hangi vasıflarla övmüşse o vasıflara dikkat et ve o sıfatlarla vasıflanmaya çalış!..

Allah, sevmediği kimseleri de hangi vasıflarla kötülüyorsa o vasıflara dikkat et ve o sıfatları terk et!..

Zira, Allah, bütün bunları senin bilip amel etmen için Kitabında zikr etmiştir..

Öyle ise; sen Kuranı okuduğunda Kur'ân'la Kur'ân'ın içindekilerini kendinde toplamaya gayret et!.



Zira, Kur'ân her şeyi toplamıştır sen de Kur'ân'la amel etmekle Kuranı kendinde topla.

Kuranı okumakla üzerine olan tilâvet etme hakkını koruduğun gibi, Kuranla hayatını düzenlemekle de senin üzerine olan onunla amel etme hakkını korumaya çalış..



Bil ki!.

Kıyamet gününde Kuran in emr ve yasaklarını bilip onlara göre hayatını düzenleyip yaşamayanlar için, çok şiddetli bir azâb ve Kur'ân'ın onların aleyhinde şahitlik yapmasıyla onlar için büyük bir pişmanlık ve HASRET vardır.

Kurandan bir âyet ezberleyip unutanlar için de Kıyamet günü, büyük bir hasret ve pişmanlık olacaktır..

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)



.

Su-i Zan'dan Sakın

Ey Aziz!.. Bilesin ki!..

Şüpheci insanlarla arkadaşlık etmen, insanların senin hakkında da su-ı zanda bulunmalarına sebeb olur..

Bu da, insanların çoğunlukla niyetlerinin kötülüğünden meydana gelmektedir..

Sen, böyle olmaktan ve onlar gibi düşünmekten kalbini muhafaza et!..

Faide görürsün,.

İşte o faideler, seni insanlar hakkında iyi düşünmeye çağırır., ki kalbin bütün kötülüklerden pakize olur..

Salih olduğuna kanaat ettiğin bir kimseyi de, kötülerle arkadaşlık yaptığını gördüğünde, onlarla arkadaşlık etmesinden dolayı onun hakkında da kötü düşünme!..

Hatta..

O iyi şahısla arkadaşlık etmelerinden dolayı, o kötüler hakkında iyi düşün!,.

Yani o sâlih kimseyi bir tarafa nisbet edeceksen, iyiler tarafına nisbet et!.

Hiçbir zaman, kötüleri nazarı dikkate alarak, birşeyi onlara nisbet ederek hüküm verme!.

Zira, Allah tealâ, hiç kimseye;

- "Niye insanlar hakkında iyi düşündün?. " diye soru sormayacak ,.. Fakat..

- "Niye insanlara kötü zanda bulundun?. " diye SORACAK…!!!

Eğer, bu anlattıklarımızı kabul edip amel edersen senin için nasihat ve vasiyet olarak yeterlidir.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)