31 Temmuz 2012 Salı

Tahakküm Hallere Aittir

Acaba marifete ulaşan insan bütün makamların sahibi midir, değil midir? Doğru olan, onun şartının (bütün makamlara) tahakküm olmadığıdır. Bununla birlikte kişi, verdikleri hallere ve alemdeki tasarruflara göre, bütün makamlara sahip olabilir. Onun şartı bilmektir.

Hüküm sahibi olmak isterse hale iner, çünkü tahakküm hallere aittir. Hallere inmek, inmenin makama etki etmediğini bilince söz konusu olabilir. Bu nedenle ancak ilahi bir emirle hale inebilir. Tasavvuf yolundaki
gerçek bir şeyhten bu makam sahibinin bütün makamları elde ettiğini dediğini duyarsan, burada hali değil bilgiyi kastetmiştir. Bazen hali de verebilir, fakat bu şart değildir. Şart olduğunu söyleyen insan, Allah
yolu hakkında olduğu gibi nebilerin ve velilerin büyüklerinin halleri hakkında bilgisi olmayan bir iddiacıdır ve söylediği ona iade edilir.
Çünkü kamil, dünyada makamda yükselirken halde eksilir. Ahirette ise böyle değildir. Müşahede 'başka'yı görmeyi engellediği gibi makam da halleri kaldırır, çünkü sübut, yok olmanın zıddıdır.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)

İbn Arabi hazretleri haftalık virdleri Salı Gündüz Duası

Bismillâhirrahmânirrahîym
Rabbim! Beni tekliğinin denizinin derinliğine, birliğinin kabaran dalgalarına sok. Ferdaniyetinin, egemenliğinin,
satvetinin kuvvetiyle beni güçlendir ki rahmetinin genişliğinin fezasına yüzümde rahmetinin izinden kaynaklanan yakınlık yıldırımları parlayarak çıkayım. Heybetinle heybet kazanayım. Kuvvetinle kuvvetleneyim. İzzetinle galip geleyim. İnayetinle gözetileyim. Azametinle aziz olayım. Öğretmen ve tezkiyenle ikrama nail olmuş üstün olayım. İzzet ve kabul hilatini üzerime giydir. Vuslat ve kavuşma yollarını bana kolaylaştır. Keramet ve vakar tacını başıma geçir. Dünya yurdunda ve sürekli kalış yurdunda benimle sevdiklerini kaynaştır. İsminin nurundan bana öyle bir satvet bahşet ki kalpler ve ruhlar peşimden gelsin. Nefisler ve bedenler önümde boyun eğsin.

Ey, zorbaların önünde boyun eğdiği! Huzurunda kisraların eğildiği! Ey dünya ve ahiret hükümdarı! Senden
sadece sana sığınılır, senden sadece seninle kurtulunur. Yardım ancak sendendir. Sadece sana güvenilir. Hasetçilerin tuzağını benden uzaklaştır ve inatçıların kötülüklerinin karanlıklarını.

Ey kerem sahiplerinin en kerimi! Beni izzetinin gölgesinde himaye et. İlahi! Senin rızanı elde etme hususunda zahirimi destekle. Senin fiillerinin yollarına muttali olmam için kalbimi ve sırrımı nurlandır.

İlahi! Efendim! Senden umduğunu bulmadan kapından nasıl alıkonabilirim; oysa ben sana güvenerek kapına geldim. Senin kapında bağışından nasıl ümidimi kesebilirim ki, benden sana dua etmemi isteyen sensin! İşte ben senin kulunum, sana yöneldim, sığındım. Beni düşmanlarımdan uzak tut. Tıpkı doğu ile batıyı birbirinden uzaklaştırdığın gibi. Onların gözlerini al, ayaklarını kaydır, kutsiyetinin nuruyla, ululuğunun celaliyle onları benden alıkoy. Çünkü görkemli nimetleri verensin, bağışlayansın, ikram edensin. Kutsiyetinin ve ululuğunun celaliyle beni koru. Çünkü sen kendisinden başka ilah olmayansın. Sen birsin, ortağın yoktur. Şahitlik ederiz ki Muhammed senin kulun, Rasulun, safin ve halilindir. Şefkat ve rahmet lütuflarıyla sana münacat edenlerin dostudur.

Ey daima diri, ey her şeye egemen olan! İrfan ve ilim sırlarının üzerindeki perdeyi kaldır. Allah’ın salât ve selamı efendimiz Muhammed’in, ehlibeytinin ve bütün ashabının üzerine olsun. Senin izzet sahibi rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün Rasullere selam olsun. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

İbn Arabi hazretleri haftalık virdleri Salı Gecesi

Bismillahirrahmanirrahîym
İlahi! Senin baskının şiddetli, yakalaman elem vericidir. Kahrın azimdir. Zıtlardan ve eşlerden yücesin. Eş ve çocuktan münezzehsin. Düşmanları kahretmek, zorbaları ezmek senin şanındır. Dilediğine tuzak kurarsın, sen tuzak kuranların en iyisisin. Kimi perçemlerden yakalayıp müstahkem kalelerden çıkardığın, düşmanların yüreklerine korku saldığın, bedbahtları mutsuz kıldığın ismin hakkı için senden istiyorum. Şiddetle yakalan isminin kullarından birini bana yardım olarak gönder ki benim cüzi ve külli kuvvetlerime sirayet etsin, böylece istediğimi yapabileyim. Hiçbir zalimin zulmü bana ilişmesin, hiçbir zorba zulümle beni korkutmasın. Öfkemi senin için, seninle ve senin öfkenle birlik kıl. Düşmanlarımın yüzünü ört, onları oldukları yerde başka varlıklara döndür. Kalplerini bağla. Benimle onlar arasına bir sur çek. Bu surun bir kapısı olsun. İçi rahmet, dışı ise yönelenlere azap olsun. Çünkü senin baskının şiddetli ve yakalaman elem vericidir.
  
“Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Muhakkak onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!” Rabbim! Beni seninle müstağni kıl ki, senden başkasına muhtaç olmayayım. Bana öyle bir zenginlik ver ki hiçbir hazza ihtiyaç duymayayım. Beni her mahlukun zahirine veya batınına çağıran bir şeye meyletmeyeyim. Beni kolaylaştırılmışlığın en son noktasına ulaştır. Beni sidre-i münteha’ma vardır. Varlığın devirselliğine, seyrin küreselliğine şahit kıl, ta ki tenzilin sonlara gelişinin, başlangıçlara dönüşünün sırrını göreyim. Ki kelam kesilsin,“lam”ın hareketi dursun, benden “gayn”ın noktası düşsün, bir ikiye dönsün.

Allah’ım! Bir çok velin için kolaylaştırdığın sırrınla benim için de kolaylaştır. Öyle bir kolaylaştırma ki, müstağniliğimin bulutunu dağıtsın. Bunların tümünde parıldayan bir nurla beni destekle. Bu nur cinlerden ve insanlardan her hasetçinin gözünü kamaştırsın. Bana her makama galip gelme melekesini bahşet. Beni senden başkasından müstağni kıl. Ki sana muhtaçlığım sabit olsun. Çünkü Gani ve övgüye layık olan Hamid sensin. Veli, ulu, kerem sahibi ve doğrultan sensin. Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, ehlibeytine ve tüm ashabına salât ve selam et.

 Şeyh (Allah bağışlamasıyla onu bürüsün, cennetlerinin en yüce köşklerine yerleştirsin) dedi ki: yüz on altı senesinde fetih dağında halvette bulunduğum sırada heybetli iki şeyh bana göründü. Biri dedi ki: Bunu benden bütün sadık taliplere ve bütün muvafık müritlere rivayet et.

Ağır Söz

Söz hastalıklarından biri de insanın şöyle demesidir: 'Söylediğimin dinleyene ağır gelip gelmemesi beni ilgilendirmez.' Bunu söylerken de gereksiz konuşup konuşmadığına veya hangi bağlamda konuştuğuna dikkat etmez. Sonra şöyle der: 'Falana doğruyu söyledim, onu duymak kendisine ağır geldi. Doğruyu dinleyeceğine, kendini temize çıkarmaya çalıştı ve başkasını kınadı' Böyle bir insan 'Onların sözlerinin çoğunda hayır yoktur' ayetini unutur ki bu hastalığın ilacı bu ayettir. Başka bir ifadeyle ilaç 'onların sözlerinin çoğunda hayır yoktur, sadakayı tavsiye eden hariç' ayetidir.  

Doğru sözün yeri ve (söylenme) özelliği vardır. Bu ise onun açıkta değil, gizli söylenmesidir. Çünkü açıklık, farkına varılmayan bir hastalıktır. Çünkü bazen onu Allah'tan başkası adına verebilir. Sonra şöyle denilir: 'Ya da maruf olarak... İyi söz, Allah'ın belirlediği yerli yerinde söylenmiş ve dinleyende bir yarar sağlaması umulan sözdür. İşte bu, 'ya da maruf söz''ayetinin anlamıdır. Böyle yapmayan kimse, bildiğini iddia etse bile, cahildir. Sonra şöyle demiştir: 'Ya da insanların arasını düzeltmek için söylenen söz hariç.' Böylece insan Allah'ın muradının karşılıklı sevgi ve muhabbet olduğunu öğrenir ve bu yolda çabalar. Sözünü yerli yerinde kullanmazsa bu durum, ilişkilerinin kesilmesine, karşılıklı nefrete ve yüz çevirmeye yol açar.

 Bütün bunlardan sonra ise konuşan için şöyle der: 'Bunu Allah'ın rızasını kazanmak için yapan kimse ... ' Böyle bir davranış, Allah'ın razı olduğu hususları bilen kişiden ortaya çıkabilir. Allah'ın razı olduğu iş ise, ancak Kitabında ve Peygamber'inin dilinde şeriat yaptığı hususları bilmekle gerçekleşebilir. Böylece insan bir şeyi söylemek istediğinde, sözünü o yerde her bakımdan Allah'ı razı edecek şekilde söyleyip söylemediğine dikkat eder. Sözünde Allah'ın rızasını bozacak bir yön bile bulursa, sözün bütünü geçersizdir ve Allah nezdinde beğenilmemiştir. Çünkü bölünme veya ayrışma yoktur. Burası bir sürçme yeridir. İlacı ise, söylediğimiz gibi, meşru amel ve Allah'ı razı edecek işleri bilmektir.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)

Başa Kakmak Psikolojik Eziyettir

Söz hastalıklarından birisi de başa kakmak ve başkasına yapılan iyiliği konuşmaktır. Başa kakmak, bir eziyettir ve onun ilacı, iyilik yapılan insanın üzülmesinin iyilik sahibinin sevabını boşa çıkartacağının bilinmesidir. Allah böyle bir davranışı 'Sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın'(2/264) ayetiyle geçersizleştirmiştir. Hangi eziyet başa kakmaktan daha büyük olabilir ki? Çünkü o psikolojik bir eziyettir. İlacı ise, insanın başkasına ancak Allah'ın bilgisinde ona ait olarak belirlenmiş bir şeyi ulaştırabileceğini görmesidir. Bu iyilik, kendisine ait olmayan onun elindeki bir emanettir, fakat sahibini tanımıyordur. Bu iyiliği Allah'ın gerçekte belirlediği kimseye vererek elinden çıkardığında ise, emanetin sahibini tanıır. Emaneti sahibine ulaştırıp (onu ehline verme görevini) yerine getirdiği için Allah'a şükreder. Bu bakışla iyilik yapan biri kesinlikle başa kakmaz.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

İnsanların Hallerini Merak Hastalığı

Söz hastalıkarından biri de insanların hallerini sormak ve yaptıklarını soruşturmaktır. 'Falan. niçin geldi, niçin gitti vb. Kısaca gereksiz şeyleri sormak söz hastalıkarındandır. İnsanın kendisi yokken ailesinin yaptıklarını soruşturması bu kapsama girer. Hastalığın ilacı, yolculuktan dönerken geceleyin evine gitmeyen ve arkadaşlarına bunu yasaklayan Peygamber'e uymaktır. Böylece insan ansızın yanlarına gelip nahoş karşılayacağı bir halde onları bulmamış olur. Bu bağlamda kapıdan izin istemek de gizliliği korumak demektir. Çünkü herkesin bir takım sevinçleri vardır ve insan yaptığı her işin -iyi bile olsa- herkes tarafından öğrenilmesini istemez.

Soru soran kişi onu öğrenmekte ısrar ederse, soru sorulana zarar verir, onu istemediği şekilde konuşmaya veya yalan söylemeye zorlar. Konuşmazsa, soru soranın içinde kırıklık meydana gelir ve şöyle der: 'Onun gözünde değerim olsaydı, sorduğum şeyi benden saklamazdı.' Böylelikle sevgisindeki samimiyeti eksilir. İçinde onu böyle davranmaya sevk eden bir itham meydana gelmişse, bu, ne şeriat ne akıl ve ne de erdeme uyar. Böyle bir davranış, gidişatı kötü ve dindar olmayan, içi kötü bir insandan meydana gelebilir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: 'Kişinin kendini ilgilendirmeyen işleri bırakması, onun Müslümanlığının güzelliğindendir.'
Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)

Doğru Söz Hastalığı

Doğru söze bağlanmak:Söz hastalıklarının en büyükerinden biri budur. İlacı ise doğru sözün söyleneceği yeri bilmektir. Çünkü gıybet de doğru bir şeyi söylemektir. Laf taşımak da öyledir. Fakat bunlar yasakanmıştır. Kişinin ailesiyle yatağında yaptığı iş hakkında konuşması da büyük günahlardandır.

Topluluk içinde doğruyu nasihat etmek doğru, fakat bir taşkınlıktır. Bu davranış, bilgisizlerden ve art niyetlilerden meydana gelebilir. Çünkü nasihatten amaçlanan yarar, bir menfaatin ve muhabbetin meydana gelmesidir. Toplum içinde yapılan nasihat kabul edilmeyeceği gibi bu davranış bir düşmanlığa da yol açabilir. Allah ise bunu kınamıştır. Çünkü nasihatin yapıldığı kişi toplum içinde mahçup duruma düşer. Toplumda nasihat edilen şahıs, davranışını mazur göstermek için yalan söylemeye kalkar ve bulunduğu durumdan farklı şeyler söyler. Bu ise, (onun adına) büyük bir bozgunluğa yol açar. Aynı kişiye iyi bir yöntemle tenhada nasihat edilip gerçekte farkına varmadan ve kasıtsızca yaptığı nefsinin bir eksikliği ona gösterilebilir. Bu durumda -nasihat edilen kişi bilmiyor ise- söz konusu davranışın çirkinliği kendisine öğretilir. Böyle bir nasihat karşısında o kişi de nasihat edene içinden teşekkür eder, ona dua eder, onu sever. Böyle bir nasihat kişiye iyilik kazandırır ve onu ölçü olarak alır. Öyleyse her gerçek emredilmediği gibi dince de ve örfe göre de beğenilmemiştir.

Aynı şey hoşlanmadıkları şeylerle insanlara davranan kimse hakkında geçerlidir. Söylenen gerçek bile olsa, böyle bir davranış alçak tabiata, bilgisizliğe ve Allah'tan hayanın azlığına delildir. Böyle bir insan, içinde Allah'ın beğenmediği bir eksikliğin bulunmasından uzaklaşamaz. Kendi eksikliğini incelemekle meşgul olması, onu başkasının ayıplarını görmekten engellerdi.

 Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)

30 Temmuz 2012 Pazartesi

İbn Arabi hazretleri Haftalık Virdleri, Pazartesi Gündüz Duası

Bismillahirrahmanirrahîym Allah’ım! Senden nur ve hidayet, uymada edep istiyorum. Nefsimin şerrinden ve beni senden koparan her koparıcının şerrinden sana sığınırım. İlahlar yoktur ancak Sen varsın. Nefsimi şüphelerden, kötü ahlaktan, maddihazlardan, gafletlerden arındır. Beni, her durumda sana itaat eden bir kul eyle.

Ey bilen! Bana ilminden öğret. Ey hüküm ve hikmet sahibi! Beni hüküm ve hikmetinle destekle. Ey işiten! Bana kendinden duyur. Ey gören! Bana nimetlerini göster. Ey her şeyden haberdar! Bana kendini anlat. Ey diri! Beni zikrinle dirilt. Ey irade sahibi! Kudretin ve azametinle irademi arındır.Muhakkak senin her şeye gücün yeter.

Allah’ım! Senden tedbir sahibi bir lahut, musahhar kılınmış bir nasut, etkili, külli, mücmeli ve mufassalı tasvir ve takdirde kuşatan bir akıl istiyorum. İlahi! İdrak edilmeyen, terk edilmeyen zatınla, beraberlik vehmedenin şirke gireceği tekliğinle, ezeliliğinde başkasının varlığını zannedenin iftira ettiği, ihlas nizamından ayrılacağı kuşatıcılığınla senden istiyorum.

Ey kadimliğiyle beraber olmayan şeylerin kendisinden tenzih edilen! Ey ihatası ve azametiyle her şeyi takdir eden! Ey varlık nurunu adem zulmetinden çıkaran! Ey kalemine yerleştirdiği ilmiyle feleklerin şahıslarını tasvir eden! Ey hikmetlerinin sırlarıyla hükümlerini uygulayan! Uzak olanın yakın olandan yardım istemesi gibi sana sesleniyorum. Sevenin sevgilisini istemesi gibi seni istiyorum. Muhtaç olanın icabet edenden dilenmesi gibi senden istiyorum.

Allah’ım! Senden gayp perdelerinin kaldırılmasını, vehim ve şüphe sarığının çözülmesini istiyorum. Allah’ım! Beni, zorunlu bir hayat bahşederek kendinle dirilt. Bana, malumatların sırlarını kuşatan bir ilim öğret kendinden. Kudretinle bana cenneti, arşı ve zatı aç. Sıfatların nurları altında beni sil. Beni düğümleyen tüm bağlardan lütfunla kurtar. Sen münezzehsin. Apaydınlık bir tenzih. Sonradan olmalık özelliklerinden ve eksiklik sıfatlarından berilik bir kutsilik sahibisin ki, yergi şüphelerinden ve reddedilme gereklerinden uzaksın. Sen münezzehsin. Sana ulaşmak isteyenlerin tümü, seninle olmaksızın sana ulaşmaktan acizdir. Sen münezzehsin, senin kim olduğunu senden başkası bilemez. Sen münezzehsin, yüceliğine rağmen ne kadar da yakınsın.

Allah’ım! Bana hamd elbisesini giydir, izzet ridasıyla üzerimi ört, başıma celal ve ululuk tacını geçir. Şaka ve ciddiyet zatlarının sıfatlarından beni arındır. Sayı ve sınır karşıtlarından, farklılık ve eksiklik içinde olmaktan lütfunla beni kurtar. İlahi! Seninle yok olmam varlığını aynı, seninle baka bulmam yokluğun aynıdır. Seninle yok oluşumu gerçekleştirmek suretiyle seninle beraber varlığımı vehmetme mekanından uzaklaştır beni. Sende yok etmek suretiyle beni derle, topla. Senden başka ilah yoktur. Benzerden, benzerlikten münezzehsin. Senden başka ilah yoktur, denk olmaktan münezzehsin sen yüceler yücesisin. Senden başka ilah yoktur, yardımcı ve danışmandan müstağnisin. Senden başka ilah yoktur.

Ey Ahad! Ey samed! Senden başka ilah yoktur, varlık seninledir ve secdeler sanadır. Sen Hak mabudsun. Benden sana sığınırım ve kendimden zeval bulmayı istiyorum senden. Seni uzaklaştıran, beni yakınlaştıran, seni ululayan ve beni gizleyen bir takiyyeden dolayı senden bağışlanma diliyorum. Alçaltan, yükselten, yoktan, örneksiz var eden, kesen, ayıran ve toplayan sensin.
Ey alçaltan! Ey yükselten! Ey yoktan, benzersiz var eden! Ey kesen! Ey ayıran! Ey toplayan! Sana sığınıyorum. Sana sığınıyorum. Senden yardım istiyorum, senden yardım istiyorum. Ey sığınağım! Ey sığınağım! Kurtar! Kurtar! Beni himayene al! Beni himayene al. Ey kurtuluşumun sebebi ve sığınağım! Senden istediğim şeyleri isterken, ilk varlığın öncüsünü, en mükemmel nuru, en üstün hayatın ruhunu, ezeli rahmetin yayıcısını. En ulu ahlakın semasını, ruh ve fazilet öncüsünü, suret ve gönderiliş hatemini, hadiyat ve beyanla gönderileni, ilim, temkin ve eman rahmetini, Muhammed Mustafa’yı, seçilmiş Rasulu, razı olunmuş safiyi, önder Nebiyi vesile kılıyorum. Allah’ım! Ona, ehlibeytine, ashabına kıyamet gününe kadar salât ve selam et. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.

29 Temmuz 2012 Pazar

Kuran'ın Aciz Bırakması


Bir vakıamda bana şöyle denildi: 'Kuran’ın aciz bırakması ne demektir, bilir misin?' 'Hayır, bilmiyorum' dedim. Şöyle denildi: 'Kuran'ın aciz bırakması, onun Haktan haber veriyor olmasıdır. Sen de Hakka sarıl, sözün susturucu olsun.' Çünkü Kur'an'ın benzerini getirmeye yeltenen kimsenin ilk yalanı, Allah tarafından olmadığı halde getirdiği şeyin Allah'tan geldiğini iddia etmesidir. Böylece Allah hakkında bilmediğini söyler ve hiçbir şey meydana getiremez ve ortaya koyamaz. Çünkü batıl, yok olucudur, sabit değildir. Sonra bu adam, karşı koymak istediği sureye lafız itibariyle uygun bir takım işlerden haber verir. Halbuki onlar olmamış ve gerçekleşmemiş işlerdir. Dolayısıyla onlar batıldır ve batıl, yokluktur. Yokuk, varlığa karşı koyamaz. 
 Kuran ise, gerçekte doğru (hak) olan varlığa mensup bir şeyden haber vermektir. Bu durumda karşı koyanın, onun benzerini yerine getirmekten aciz kalması gerekir. Şu halde fiil, söz ve hallerinde Hakka uyan kimse, dönemindeki insanlardan ve kendi yolunu tutınayan herkesten ayrışmış demektir. Böyle bir insan, Hakkın dışında bir şeyle onun makamını tasavvur etmek isteyeni aciz bırakır.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)

Kabe'deki Hazine / Mehdi


Bilmelisin ki, Allah Teala Kabe'ye bir hazine yerleştirdi. Allah'ın Peygamber'i bu hazineyi ortaya çıkartmak ve infak etmek istemiş; bir yarar görerek bundan vazgeçmişti. Ardından Ömer o hazineyi ortaya çıkartmak istemiş, Allah'ın Peygamber'ine uyarak arzusundan imtina etmişti. Söz konusu hazine, şimdi de oradadır. Bana gelirsek, o hazineden, Tunus'tayken 598 yılında getirilen altın bir levha bana da gösterildi. Levhada bir yarık vardı. Genişliği bir parmak, uzunluğu bir karış veya biraz daha fazlaydı. Benim bilmediğim bir kalemle kendisine (bir şeyler) yazılıydı. Bunun nedeni, benim ile Allah'ın arasında kalmış bir şeydi. Peygamber'e saygının bir gereği olarak, Allah'tan o levhayı kendi yerine döndürmesini istedim. Onu insanlara göstermiş olsaydım, hiç kuşkusuz, kızılca kıyamet kopardı (büyük bir fıtne ortaya çıkardı). Ben de aynı yararı gözeterek onu bıraktım, çünkü Hz. Peygamber anlamsız yere onu bırakmış değildi, ahir zamanda 'el-Kaim bi-emrillah' (Allah’ın emrini uygulayan, Mehdi) çıkartsın diye bırakmıştı. Söz konusu kişi, 'daha önce yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolmuşken orayı adalet ve barışla doldurur.' O hazinenin bu halife eliyle ortaya çıkartılacağı hakkında belirttiğimiz anlamda bir hadis vardır. Burada hadisi öğrendiğim kimseyi de gördüğüm parçasını da zikretmeyeceğim.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)

İlahi Kemal (Uluhiyetin kemali) / Teşbih-Tenzih


Uluhiyetin kemaline gelirsek, bu kemal, şeriatlar tarafından dile getirilmiştir. Akılların bu konuda kanıtı yoktur. Akıl kanıtının gerektirdiği şekilde bile olsa, bir aklın kemal saydığı şey, Allah nezdinde eksiklik olabilir. Öyleyse akıl, (en çok) Allah'ı bilmenin yarısını sağlayabilir. Bu yarım, tenzih ve çokluk hükümlerini Allah'tan olumsuzlamattır. Şari' ise, Allah'tan aklın kendi kanıtıyla olumsuzladığı şeyi ispat etmek ve O'nun olumsuzladığını ortaya koymak üzere gelmiştir. Böylelikle şeriat, Allah'a yaraşan kemali ifade ederken tenzih ve teşbihi birlikte zikretmiş, bu durum akılları hayrete düşürmüştür. İşte 'ilahi kemal' budur. Şeriatın zikrettiği konuda hayret ortaya çıkmasaydı, Allalı yaratılmış olanın hükmü altında kalırdı. Çünkü duyusal ve hayali güçler, yaratıcılarını görmek üzere özü gereği O'nu talep ederken akıllar da zatlarıyla ve kanıtlarıyla olumsuzlama, ispat, zorunluluk, imkan ve imkansızlık gibi hükümlerle Yaratıcısını arar. Şeriat ise, duyulara ve hayale akli kanıtların gereği olan soyutlamayla hitap eder. Duyular ve hayal hayrete düşer ve şöyle der: 'Bizim soyutlama gücümüz yoktur.' Akıllara ise duyuların ve hayalin gösterdiği şekilde teşbihi emreder. Akıllar bu hitabı dinler ve hayrete düşerek şöyle derler: 'Biz teşbihi bilmiyoruz.' Böylelikle akıllar, duyular ve hayal, Hakkı idrakten aciz kalır. Hak da hayrete (düşürmüş olarak) kemali üzere kalır. O'nu kendinden başkası bilemez ve göremez. 'Onu bilgiyle kuşatamadılar' ve gözle göremediler. Eserler görülür, mertebeye yönelinir, rütbe övülür, ilah tenzih edilir, teşbih edilene ibadet edilir. İlahi kemal denilen şey budur.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Oku ve Yüksel

'Kıyamet günü Kuran okuyan kimseye şöyle denilir: 'Oku ve yüksel'. Varacağın yer, okuyacağın son ayetin katında bulunmaktadır.'
Ey insan, artık kendi adına seç!
Bana gel ki sana kesin kanıt göstereyim

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Kuran'ı Hakkıyla Okumak

'Şeyhizim el-Mukri Ebu Bekir Muhaınmed b. Half b. Saf el-Lalmi, salih-üstatlarındaıı birinin şöyle söylediğini bize aktardı: Küçük bir çocuk, kendisine Kur'an okurmuş. Kur'an okurken çocuğun sarardığını görmüş. Sebebini sorduğunda, kendisine çocuğun bütün geceyi Kur'an okuyarak geçirdiği söylenmiş. çocuğa, 'evladım! Bütün geceyi Kur'an okuyarak geçirdiğini duydum' demiş. Çocuk, 'Doğru, sana söylendiği gibi' diye cevap vermiş. 'Evladım! Geceyi okuyarak geçirirken, karşında beniın olduğumu düşün. Naınaz kılarken Kuran'ı bana oku ve beni unutma' deıniş. Genç 'peki' demiş.

Sabah olduğunda, Şeyh çocuğa, 'söylediğimi yaptın m?' diye sormuş. Çocuk 'Evet, üstadım' deıniş. Şeyh 'Peki Kuran'ı bitirebildin mi?' demiş. Çocuk: 'Yarısından daha fazlasını bitiremedim' diye cevap vermiş.
Şeyh şöyle demiş: 'Pekala! Bu gece ise, Kuran'ı Peygamberden dinleıniş olan salıabeden dilediğin birini kıblende canlandır. Kuran'ı oku ve dikkatli ol. Çünkü onlar, Kuran'ı peygamberden dinleınişlerdir. Okurken yanlış yapma!' Çocuk 'Allah izin verirse, öyle yaparım üstadım!' deıniş.

Sabah olduğunda, şeyh geceyi nasıl geçirdiğini sormuş. Çocuk 'Üstadım! Kuran'ın ancak çeyreğini okuyabildim' demiş. Bunun üzerine 'Evladım! Bu gece Kuran'ın indirildiği Peygamberi karşında canlandır
ve kimin önünde okuduğunun farkında ol!' deıniş. Çocuk 'Peki' deıniş. Sabah olunca 'Üstadım! Bütün gece boyunca yaklaşık bir cüzden daha fazlasıını okuyamadım' deıniş. Şeyh 'Evladım! Bu gece Kur'an-ı Kerım'i
Peygaınberin kalbine indiren Cebrail'in önünde okuduğunu düşün ve kime Kur'an okuduğunun farkında ol' demiş. Sabah olduğunda çocuk, 'Üstadım! Şu kadardan daha fazlasını okuyaınadım' demiş ve Kur'an-ı
Kerim'den birkaç ayet zikretmiş:

Şeyh 'Evladım! Bu gece Allah'a tövbe et, tesbih et ve namaz kılanın Rabbiyle konuştuğıuıu bil. Kelamını okurken Rabbinin önünde durduğunu bilerek Kuran-ı Kerim'den senin payının ne olduğuna bak! Okuduğunun anlamını iyi düşün. Kuran okumaktan ınaksat, harfleri bir araya getirmek ya da onları birleştirınek veya sözleri aktarmak değildir. Gaye, okuduğunun anlamlarını düşünınektir. Cahil olma' deıniş.
Sabah olduğunda şeyh çocuğu beklemiş, çocuk gelmeıniş. Çocuğun durumunu soruşturmak üzere biri gitmiş, kendisine 'çocuk hastalandı' denilıniş.

Şeyh çocuğu ziyarete gitmiş. Çocuk şeyhi görünce ağlamış ve 'Üstadım! Allah benden dolayı senin ınükafatını versin!' deıniş. 'Dün geceye kadar" yalancı olduğumu bilmiyordum. Namaza kalkıp Hakk'ı kıblemde düşünüp O'nun önünde kitabını okurken yalancı olduğumu anladıın. Fatiha suresine başlayıp 'Sana ibadet ederiz' ayetine ulaştığımda, kendime baktım. Gördüm ki, nefsim beni doğrulamıyor. Bunun üzerine, yalancı olduğumu en iyi bilen olduğu halde Allah'ın önünde 'Ancak sana ibadet ederiz' ayetinii okumaktan utandım. Çünkü,
kendimi Allah'a ibadetten habersiz kendi düşünceleriyle oyalanır buldum.

Fatiha suresinin başından 'Din giinünün sahibi' ayetine kadar okumayı tekrarlamak istedim. Bunu yapamadığım için 'Ancak sana ibadet ederiz'! demeyi başaramadım. Allah'ın önünde yalan söyleyip bu nedenle beni cezalandırmasından çekinir bir halde kalakaldım. Şafak sökene kadar rükuya gidemedim. Yorgunluğum arttı. Şiındi de, kendiınden hoşnut olmadığım bir halde Allah'a gitmekteyim.'

Üçüncü gün geçmeden çocuk öldü. Defnedildiğinde, şeyh kabrine gelmiş ve durumunu kendisine sormuş: Çocuğun kabrinden şöyle dediğini duyınuş:

Artık hayat sahibinin katında diriyim
Beni hiçbir şey nedeniyle hesaba çekmedi.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Hakikat ehlinin Zikri / Nefesin Kıymeti

Gerçeğe ermiş kişinin Allah'ı sadece Kur'an'da geçen zikirlerle zikretmesi, böylece zikrinde sadece bir okuyucu olması uygundur. Bu duruında,tek bir lafızda okuma ve zikri birleştirerek okuyan ve zikredenlerin
ücretini, başka bir ifadeyle faziletini elde eder. Bu durumda (kendisine bilginin) açılması bu tarzdan olduğu gibi aynı şekilde bilgisi, hali, sırrı, makaını ve menzili de bu kabilden (iki sınıfın özelliğinden) olur. Kul, Allah'ı Kur'an'da yer almayan bir zikir ile zikrederse, sadece zikreden olur. Zikir Kur'an'dan olsa fakat kişi Kuran'dakini kastetmeseydi,  niyetindeki eksiklik ölçüsünde fazileti de eksilirdi.

Amellerin niyetlere göre olduğu ve kişi için sadece niyet ettiğinin gerçekleşeceği bildirilmiştir. Dolayısıyla 'Allah'tan başka ilah yoktur' dediğinde, bu ifadeyle Kur'an'da yer alan 'Allah'tan başka ilah olmadığını
bil' ifadesini kastetıniş olman gerekir. Tesbih, tekbir ve övgülerde de durum böyledir. İnsanın nefeslerinin kıymetli olduğunu biliyorsun. Nefes gittiğinde artık geri dönmez. Dolayısıyla nefesini çok değerli ve yüce
bir işte tüketmelisin.

Muhyiddin ibn Arabi (k.S)