11 Mayıs 2012 Cuma

Ubudiyetin Lezzeti

"Ubûdiyyet (kulluk) ile ittisâfın (vasıflanmanın) lezzetini, ancak Rubûbiyyetle (Rablıkla) mutta­sıf (vasıflanmış) olup, halkın ona muhtaç olmasından dolayı, âlâm (keder, acı) duyan kimse bilir..
Muhyiddin Arabi (K.S)

Hamdolsun

Hamd olsun Allah’a ki
Nurların ve halkların bilgisine tahsis etti beni
Beni öyle bir surete sahip kıldı ki
Kemali ancak kendisiyle ortaya çıkar

Muhyidin ibn Arabi (K.S)

Bela Allah'ın Kırbaçlarından biridir, onunla insanları sürer

Hadiste şöyle buyuruluyor: “Bela Allah’ın kırbaçlarından biridir, onunla insanları sürer.” Çünkü bir insanın başına gelen her türlü hastalık, fakirlik ve başka kötü haller, onun nefsinin kalesini yıkar, kuvvetlerini dağıtır, sıfatlarını ve hevasını ezer, böylece kalp yumuşar, perdelerinden sıyrılıp açığa çıkar, dünyaya ve lezzetlerine meyletmekten kaçınır, dünya ve lezzetlerine karşı büzülür, kendini sıkar ve Allah’a yönelir. Muhyiddin ibn arabi (K.S)

Kaza ve Kader

Allah'ın kazasından razı olan kimsenin kazanın gereğinden de razı olması şart değildir. Kaza Allah'ın hükmü ve hoşnut olmamızı emrettiği şeydir. Onun gereği ise hakkında hüküm verilen şeydir ve dolayısıyla ondan hoşnut olmamız şart değildir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Haşyet

“Haşyet” cezadan duyulan korku değildir, bilakis kalpte mevcut olan bir heyettir, O’nun azamet vasfı tasavvur edildiğinde, zihinde hatırlandığında duyulan bir ürperti, bir kırılganlık acizlik halidir. Dolayısıyla, Allah’ın azametini tasavvur edemeyen birinin Allah’dan haşyet duyması, ürpererek korkması mümkün değildir. Allah kime azametiyle tecelli ederse, o kimse gerçek anlamda Allah’dan haşyet duyar, korkar.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

İbn Arabi (k.s) Yıldızların Mevkii


Bu risalenin nurunun şulelerini ve çiçeklerinin güzelliklerini; ancak ana,
baba, yâr, yaran ve vatanını terk ve Hakkın rızâsını kullardan tecerrud
edilmiş olarak taleb edenler elde edebilirler..
O halde, bütün kondurulmuş sınırları kaldırıp yakanlar, baharları uçsuz
bucaksız konaklara vâsıl olmak için binek edinenler, beden karalarının
avazını her şeyin en doruğuna ulaştıranlar, huzûr-u ilâhi ye vâsıl edecek
önder ve içeriye alması için kapı kulu arayanlar ve kendi kendisine hem
Resul hem de Mürsel olanlar için Rab'lerini bilmek talebi kalblerinde "O'nu
bilmeye davetçisi olmuştur" hükmü verilmekten başka söylenecek bir şey
kalmıyor.
Yıldızların Mevki'i önsözünden ,
 
Muhyiddin ibn arabi (K.S.)

Sır ilimleri / Keşf / Kabul

Ey kardeşim, bilmelisin ki: Sır ilimlerinin güzellik değeri taşıdığını görüp onları kabul ederek inandığında, müjdeler olsun sana! Çünkü bu durumda, farkında olmasan bile, sır ilminde zorunlu bir keşfe sahipsin. Bundan başkası da olamaz. Çünkü gönül ancak doğruluğuna kesin olarak inandığı şeyle serinler. Akıl buraya giremez, çünkü akıl Masum (peygamber) bildirmediği sürece, sır ilmini algılayamaz. Masum bildirdiğinde ise akıllının gönlü serinler. Masum olmayan ise böyle bir bilgiyi getirdiğinde onun sözünden sadece zevk sahibi haz alabilir.
Muhyiddin ibn Arabi (k.s)

İlmimi Artır / Tevhid İlmi / Süt ve İlim

...Hz. Peygamber'e (s.a.v.) istemesi emredilen şeyin başka bir ilimin artması değil tevhid ilminin artması olduğu hakkındaki görüşümüzü şu rivayet teyit eder: "Hz. Peygamber (a.s) bir şey yediğinde şöyle derdi: 'Allah'ım bu yemeği bizim için mübarek eyle, daha mübareğini bize yedir.' Süt içtiğinde ise şöyle derdi: 'Allah'ım! Onu bize mübarek eyle ve ondan fazlasını bize ver. Çünkü Hz. Peygamber'e fazlasını istemek emredilmişti. Bu nedenle Peygamber, sütü gördüğünde İsra gecesi içtiği sütü hatırlardı. O gecede Cebrail (süt ve şarap kadehlerinden sütü tercih ettiğinde) şöyle demiş: 'Fıtrata uydun! Allah ümmetine senin vasıtanla iyilik nasip edecektir'...
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Ruhlar / Ölüm

...Ruhları görmüyor musun? Onların hayatları kendilerinden kaynaklandığı için, ölmeleri kesinlikle mümkün değildir. Cisimlerde canlılık dolaylı olduğu için onlar ölümlüdür ve yok olmaları söz konusudur. Çünkü cismin görünen canlılığı, ruhun canlılığının bir eseridir. Bu durum, yeryüzüne yansıyan güneş ışığının güneşten olmasına benzer. Güneş battığında, ışığı da kendisini takip eder ve yeryüzün karanlık kalır. Ruh da bedenden ayrılıp geldiği aleme gittiğinde, ruhtan canlı bedene yayılmış hayat kendisini takip eder ve beden görünüşte cansız olarak kalır. Böylece falanca ölmüştür denilir. Hakikat ise aslına dönmüştür der.
Sizi ondan halk ettik! Tekrar sizi oraya iade edeceğiz! Sizi ondan bir kez daha çıkaracağız (bâ's). (Ta-ha:55)
Muhyiddin ibn Arabi (k.s)

Aslolan Kulluk'tur /Hakikat

...Her şeyde asıl olan şeyin sabitlik olduğu ortaya çıkmıştır. Kulu görmez misin: Onun sabitliği ve mülkiyet hakkı, sadece kulluktadır. Kul herhangi bir gün rabbani bir nitelikle nitelenirse onun kulda ödünç olalarak bulunduğunu söyleme! Fakat kuldan o niteliği kabul eden hakikate bak! Bu durumda söz konusu hakikatin o nitelikte sabit olduğunu görürsün. O hakikatin varlığı her ne zaman ortaya çıkarsa söz konusu özellikle süslenir...

.....Nitekim sen de, nefsinle utanma duygusunu, suretinle kızarmayı ya da nefsinle korkma duygusunu ve suretinle sararmayı kabul edersin. Elbise farklı renkleri kabul eder. O halde, geriye arazları kabul eden hakikati ortaya çıkarmak kalmıştır: Acaba o hakikat, tek midir yoksa onun özelligi varlık ve yokluk halinde arazlar gibi midir? Bu sorun, akılcıların araştırma konusudur. Biz ise onu araştırmaya gerek duymayız ona iltifat etmeyiz. Çünkü bu konu derin bir deryadır.. Mürit o konuyu keşf yolundan öğrenmeye sevk edilir. Çünkü bu konu, keşfe göre kolay akla göre çetindir....
Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

Dönüş Allah'adır

Hayret eden kişi, kendi suretine göre ortaya çıkıp tahtında halifesi olan kişiye hayret etmiş, var olmasıyla sevinmiş, onu görmekle gülümsemiş, kendisinden yüz çevirmesine öfkelenmiş, O'na dönmesine tebessüm etmiş ve zahirini unutmuş, nefes vermiş, övülesi şeyleri serbest bırakmış, mülkünde sabit olmuş, takdirle mülkü üzerinde hükümran olmuştur. Böylelikle Hakkın dilediği olmuştur. Dönüş Allah'adır.

Bunlar mücerret ruhlardır. Onlara sıra sıra dizilmiş bedenler bakar. Kavuşma vakti gelip süreler dolduğunda, gök parçalandığında, güneş dürüldüğünde, yeryüzü başka bir yeryüzüyle değiştirildiğinde, yıldızlar döküldüğünde, işler değiştiğinde, ahiret ortaya çıktığında, insanve başka yaratıklar çukurda toplandığında, işte bu esnada bedenler övülür, ruhlar neşelenir, el-Fettah tecelli eder, lamba yanar, şarap ışıldar, güçlü sevgi ortaya çıkar, bıkkınlık gider ve gecenin başından sabah vaktine kadar kanatlar çırpılır. Bu ne yüce menzildir, yetkinleştirici halden nefislere ulaşan şey ne hoştur! Allah bizi de onunla nimetlendirsin!
Muhyiddin İbn Arabi (K.S.)

İbn Arabi Hazretlerinin Mehdi (a.s) Duası

Ey bakanın baktığı (Mehdi)! Ey el-Melik ve el-Kadir'in onun zuhur etmesiyle yakaladığı! Ey Allah'ın velisi! Ey el-Melik ve
el-Kahır'ın halifesi! Sulplerden ve rahimlerden süzüldün ve bu hükümleri değiştirmekle memur oldun. Gökler, yeryüzü ve içindekiler senin gelişini bekler. Varlık senin gelişini (zuhur etmeni) özler. Şu var ki ben (İbn Arabi), onun veli, halife, imam ve rehber olduğuna inanıyorum; gafil kimseler gibi onda sapkınlığa varmıyoruz, büyüklük taslayanlar gibi onu inkar da etmiyoruz. Allah'ım sana inanarak ve peygamberini tasdik ederek, yaşarken onu bekleriz. Şayet bize onu görmek nimetini verirsen, uymak ödülünden de mahrum bırakma, yardımcılarının ve sevenlerinin arasına bizleri de yaz ! (Amin)
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Tevhid-i Efal, Sıfat ve Zat, / Tevekkül Rıza Vahdet Fena

Hadiste, yüce Allah’ın Adem’i kendi suretinde yarattığı belirtilir. Çünkü zat, sıfatlarla, sıfatlar fiillerle, fiiller oluş ve eserlerle örtülüdür. Oluşların kalkmasıyla fiillerin tecellisine mazhar olan tevekkül eder. Fiil perdesinin kalkmasıyla sıfatların tecellisine mazhar olan razı olur, teslimiyet gösterir. Sıfat perdelerinin açılmasıyla zatın tecellisine mazhar olan da vahdette fena bulur. Artık ne yaparsa yapsın, ne okursa okusun mutlak muvahhit olur.

..."Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla…” O halde fiiller tevhidi sıfatlar tevhidinden öncedir. O da zat tevhidinden önce gelir. Rasulullah (s.a.v) secdede söylediği şu dua ile bu üç tevhid mertebesine işaret etmiştir:- “Azabından affına sığınırım. Gazabından rızana sığınırım. Senden sana sığınırım.”
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Varlıktaki Yokluk / Gören-Görme-Görülen / Şimşek

Alemin yaratılışı ve zuhurunun tarzını, ilahi emrin kendisine hızla nüfuz etmesini, baş gözü ve kalp gözlerinin alemden idrak ettiği şeyleri öğrenmek istersen şöyle bir örnek düşünebilirsin: Havada kendisini döndürerek hareket ettiren bir insanın elindeki meşalenin durumuna bakmalısın. Hareketin hızı, görenin gözünde bir çizgi ve daire oluşturur. Çizgi olması, hareket ettirenin hareketi uzatmasına veya herhangi bir şekilde oluşturmasına bağlıdır. Bu durumda, bir ateş dairesi gördüğünden kuşku duymayacağın gibi ortada bir dairenin bulunmadığından da kuşku duymazsın. Bu yanılgıyı senin gözünde meydana getiren şey, hareketin zıddıdır. Bu durum, "bizim işimiz" -ki ol sözüdür- "göz açıp kapamak gibi" ayetinin anlamıdır. Bu ise, bir daire yok iken daire algılamaktır. Öyleyse bu, gözün algılaması için ortaya çıkan yaratılmış surettir. Bu durumda sen, baş ve kalp gözünle görmen ve düşünmen akımından söz konusu şeyin yaratılmış olduğuna hükmedersin. Bilginle ve keşfinle ise onun 'kendisiyle yaratılan Hak' olduğuna hükmedersin. O, kendisi olmayan bir şeydir.
işte bu varlığın kendisindeki yokluktur. Bu idrakin ne kadar derin olduğuna bakınız. Bununla birlikte duyu, onun sınırlı, yoğun ve eksik bir şekilde ortaya çıkma mekanıdır. Şu halde Hakkın mertebesine göre durumun nasıl olduğunu zannedebilirsin! Yaratıklarının hakikatlerinde kendisini kendisiyle konuşturanı tenzih ederim. Nitekim Allah şöyle buyurur: "Allah'ın kelamını duysun diye onu komşu edin" (Tevbe, 6) Nitekim Allah kulunun diliyle 'O kendini hamd edeni duydu' diye buyuruyor. Şu halde Allah hem konuşan ve hem de dinleyendir. "Allah'tan başka ilah yoktur, o Aziz ve Hakimdir."Kardeşim! Düşünceni parlaklığı esnasında şimşeğin durumunu öğrenmeye ver! Şimşeğin parıltısı, havanın aydınlanmasına, havanın şimşeğin ışığıyla aydınlanması ise, duyulur şeylerin gözükmesine yol açar. Duyulurların ışık vasıtasıyla görülmesi ise, gözün onları algılamasının sebebidir. Bütün bunlar, tek bir anda gerçekleşir. Bununla birlikte sen, sebebin sebepliden önce geldiğini bilirsin. O halde ışığın aydınlatma zamanı, havanın aydınlanma zamanıyla bir olduğu gibi bu zaman, duyulurların görülme ve gözün ortaya çıkan şeyleri algılama zamanıdır. İnsanın birşey var ya da yok demesi için, misaller veren ve benzerler yaratan Allah münezzehtir.İzzet, celal ve kerem sahibi olanın izzeti ne yücedir! Orada Allah'tan başkası yoktur. O, varlığı zorunlu, özüyle bir, isim ve hükümleriyle çoktur, aynı zamanda imkansıza güç yetirendir. Nasıl olur da imkana ve mümküne güç yetiremesin ki? Onlar Allah'ın hükmünden meydana gelir. Allah'a yemin olsun ki, O'ndan başkası yoktur. Her şey O'ndandır ve işin bütünü ona döner. Bu nedenle Şari, remli (Hac'da taş atma) üç yapmıştır; ne fazla ne eksik! Birincisi kendisine, üçüncüsü ortaya çıkana ait iken ikincisi ise ilk ve üçüncü arasında ondan ortaya çıkan şeyin zuhur sebebidir. Bunun böyle olması, zorunludur.Gördüğün şeyi iyice incelediğinde, gördüğün şeyin orada bulunduğunu anlarsın. Böylece aklın algısı ,akledilir durumları bu şekilde üçlü şekilli olarak ortaya koyar. Bunlar, amacı ortaya çıkarmak için üç şeyden oluşmuş öncüldür. Aynı şey, duyuda geçerlidir. Duyu, duyulur ve duyunun duyulara ilişmesi. Duyunun duyuları mı iliştiği, yoksa duyulurun duyuya mı yansıdığı ise bilinmez. Akıl -yemin olsun ki- bu konuda eksik kalmış, düşünce körelmiş, vehim şaşırmış anlayış ise çıkmaza girmiştir. Öyleyse iş büyük, yükümlülük ağırdır. Şeriat ise inmiştir. Akıl kabul eder, emir uygulanır. Hadiseler meydana gelir. GÜçler ayaktadır. teraziler konulmuştur. Kelimeler tükenmez. Varlıklar uzaklaşmaz. Bu farklı bilinenle birlikte hiçbirşey yoktur, hakikat tektir, iş birdir. Hayret, kendisiyle şaşıran olmazsa, kendiliğinde hayrete düşer. Şu halde alemin kendisiyle nitelenmiş olduğu zannedilen hayret, zannedildiği gibi değildir. Bilakis o hayretin hayretidir. Şu halde ancak o ve hayret vardır. Allah'a yemin olsun ki, kalpler işi bulunduğu hal üzere anlamaktan perdelenmiştir. Şu halde onların şaşırıp şaşırmadığını bilemezsin. Hayret vardır ve yeri bilinemez. Ayrıca hayretin kim adına var olduğu, hükmünün kimde ortaya çıktığı da bilinmez. Allah'tan başkası yoktur.
Allah'tan başkası yoktur, O'ndan başkası yoktur/ 'Vardır' da yoktur, çünkü hakikat birdir /Bu nedenle zatlar hakkında şöyle hüküm verdik /Onlar var olmasa bile, Allah'a aittir ve Allah'a secde eder.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Fasıklık / Hüsnü Zan / Vakitler ve Hükümler

... Namazdaki veya herhangi bir fiildeki itaatini yerine getirirken insan fasık değil, itaatkardır.
..... Bu konudaki en önemli mesele, insanlar hakkında iyi zanda bulunmanın emredilip kötü zannın yasaklanmış olmasıdır. Fasık olduğunu bildiğimiz bir takım kimselerin abdest alıp namaz kıldıklarını gördük. İbadet ederken öyle bir insana niçin fasık diyelim ki? Böyle bir insan hakkında hüsnü zan beslemek yerine kötü zan niçin besleyelim ki? Gelecekte bu insan hakkında bir bilgimiz yoktur. Geçmişi ise, Allah'ın ne yaptığını bilemeyiz. Hüküm ise, bir ibadeti yerine getirip hükmünü kazandığı vakte aittir. O halde kul hakkında yapılması gereken şey, iyi zan taşımaktır. Böyle yapıldığında erdemli olunur..
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)


Not: O halde insanlar hakkında fasık hükmünü genelleştirip davrananlar zamanlardan ve hüküm vermekten gafil kimselerdir. Ve elbetteki ehl-i kıble ve iman ehli bir insan namaz kılarken namazda olmasından dolayı fasık olamaz. O halde kimse fasık'ın arkasında namaz kılmaz.

Daimi Zikr / Allah'ı Hatırlamak / Fiili Zikr

... Allah yolunda zikir, sözle sınırlı değildir. Bilakis o, kulun fiillerini de içerir. Bu durum, bütün fiillerinde Allah'ın başarısıyla kul rızıklandığında böyledir. Kul, bu durumda vacip veya mendup bütün fiillerini Allah'a itaat yerine getirir. Bu davranış ise, Allah'ı zikretmek diye isimlendirilir. Bu fiildeki zikir, onu, Allah'ı adına olduğunu söylemesidir. Allah'a yaklaşma niyetiyle yapıldığı için, zikir diye isimlendirildi. Hz. Aişe şöyle der: 'Peygamber her durumda Allah'ı zikrederdi.' Öyleyse zikir, uyanıklık, uyku, hareket ve durağanlıktaki bütün fiileri içerir. Burada Aişe, Peygamberin bütün eylemlerini kastetmektedir. Hz. Peygamber bütün hallerinde Allah'a yakınlaştırıcı bir durumdaydı, çünkü Allah 'kendisini zikredenlerle oturur'. Öyleyse Allah için yapma veya terk etme tarzındaki bütün ibadetler, Allah'ın zikrinin parçasıdır. Başka bir ifadeyle onlarda Allah zikredilmiştir. Allah'tan dolayı veya belirlediği tarzda o fiiller yapılmış veya bırakılmıştır. İşte Allah'ı bilen başarıya erdirilmiş kimselerin zikri budur.
Muhyiddin ibn Arabi (K.S)