كان الله ولم يكن شيء معه
“Allah vardı ve O’nunla beraber hiçbir şey yoktu…” (Buhârî, Bed’ül-halk, 2)
“Allah’a şeylik eşlik etmediği gibi
böyle bir isim de O’na verilemez. Aynı şekilde, O’nunla beraber bir şey de
yoktur. Allah, kendisiyle beraber bir şeyin olmadığı kimsedir. Bu O’nun zâtî
niteliğidir. Kastedilen, şeyliğin O’ndan düşürülmesi ve ‘şeylik beraberliği’nin
O’ndan olumsuzlanmasıdır. Bunu karşın Allah, eşya ile beraberdir. Eşya ise,
O’nunla beraber değildir. Beraberlik, bilgiye bağlıdır. Dolayısıyla ‘Allah bizi
bilir ve bizimle beraberdir’. Biz ise O’nu bilemeyiz. Dolayısıyla O’nunla
beraber değiliz.
Bilmelisin ki, ‘kâne (oldu, idi)’
sözü, zamansal sınırlanmayı anlatır. Bu ifadeyle kastedilen, bu sınırlanma
değildir. Kastedilen, varlıktan ibâret olan ‘kevn’dir. (bu durumda kevn varlık
ve oluş bildirir). Bu durumda ‘kâne’nin gerçek anlamı, varlık bildiren bir harf
olmasıdır, yoksa zamanı gerektiren bir fiil değildir (fiiller zamanı
gerektirir). Bu nedenle, şekilci-kelamcı bilginlerin söylediği söz,
peygamberden gelmemiştir. Bu söz, onların ‘O şimdi de bulunduğu hal üzeredir’
ifadesidir. Bu ilave, ‘kâne’nin özellikle bu yerde anlamı hakkında bilgisi
olmayanların hadise yaptığı bir eklemedir. Allah, Gafûr ve Affedici’dir (kâne
ile) gibi, kâne sözüne bitişen ifadeler hep bu konuyla ilgilidir. Bu nedenle
bazı nahivciler, ‘kâne’ ve benzerlerini ‘fiillerin işini yapan harfler’ diye
isimlendirmiştir. Bu harfler, Sibeveyh’e göre, varlık bildiren harflerdir ve
Arapların anladığı şey de budur. ‘Kâne fiil görevi görse bile, bir yönden bir
şeye benzemek, her yönden benzemek sayılmaz.
Hadise eklenen ‘Şimdi de O’ sözü,
böyle değildir, çünkü ‘şimdi’ zamanı gösterir ve bu kelime esas itibarıyla iki
zamanı ayırt eden zamanı göstermek üzere konulmuştur. İki zaman, geçmiş ve
gelecektir. Bu nedenle ‘şimdi/el-ân’ için ‘iki zamanın sınırı’ denilmiştir.
Şimdi’nin gösterdiği şey gerçek bir zaman olduğu için, Şâri’ onu Hakkın varlığı
için kullanmamış, ‘kâne’yi kullanmıştır, çünkü kâne varlık bildiren bir
harftir. Bununla birlikte bir eylem içerdiği için de kendisinde zaman bulunduğu
zannedilmiştir. Çünkü kâne, yekûnu, kâin, mekûn veznindedir. Tıpkı katele
(öldürdü), yaktulu (öldürür), kâtil (öldüren) ve maktûl (öldürülen) gibi. Aynı
şekilde ‘kâne’nin emri’ ‘kün (ol)’ de ‘uhruc (çık)’ gibidir.
Şekilci bilginler, kevn kelimesinde
zamanlı fiillere katılan bu etkiyi gördüklerinde, onun zaman bildirdiğini
zannetmiş, ‘şimdi’ kelimesini de kendisinden olmadığı halde hadise bir tamlama
olarak eklemişlerdir. Muhakkik ise, kesinlikle ‘O şimdi de olduğu hal üzeredir’
demez. Çünkü öyle bir ifade, peygamberden gelmemiştir. Muhakkik, Allah’a
Allah’ın kendisine vermediği bir şeyi vermez. Çünkü bu ifâde ile, zamanın
yaratıcısı olan Hakkın varlığının hakikatinin gerektirdiği anlam ihlal edilmiş
demektir. Binaenaleyh ‘Allah var idi ve beraberinde bir şey yoktu’ demek,
‘Allah vardır ve O’nunla birlikte başka bir şey yoktur’ demektir. Başka bir
ifadeyle Haktan başka, özü gereği varlığı zorunlu kimse yoktur. Mümkün ise,
O’ndan dolayı varlığı zorunlu olandır, çünkü mümkün O’nun mazharıdır. Allah,
onun vasıtasıyla zuhur etmiştir. Mümkün varlık ise, kendisinde zuhur eden (Hak)
ile örtülmüştür. Böylelikle bu zuhur ve zuhur eden ‘imkan’ ile nitelenmiştir.
Başka bir ifadeyle mazharın –ki mümkündür- hükmüne konu olmuştur. Mümkün özü
gereği varlığı zorunluya bir hakikat olarak katılmış, özü gereği varlığı
zorunlu ise hüküm bakımından mümküne katılmıştır. Söylediğimiz şeyi iyice
düşün!
Bilmelisin ki, bu rivayet hakkındaki
söylediklerimiz, bir veli böyle bir söz söylediğinde ya da peygamber
gönderildiği mertebeden değil, velilik makamından dile getirdiğinde peygamberin
sözüyle ilgilidir. Peygamber Allah’ı bilmeyle ilgili böyle bir sözü özel
makamından söylerse, bu konuda konuşmayız ve hakkında zevkimizin bulunmadığı
bir meseleyi açıklayamayız. Biz o konuda velilik diliyle konuşuruz ve halinin
gerektirdiği en üst yorumla onu dile getiririz. Velinin bu konuda yapabileceği
nihai iş budur.
Bilmelisin ki, bu rivayette
beraberlik sabit iken ‘şeylik’ olumsuzlanmıştır. Beraberlik çokluğu
gerektirir. Mevcut-Hak ise, kendisine ve hüviyetine nispetle onun varlığıdır.
O, mazharının kendisini nitelendiği şeyin aynıdır. Öyleyse her iki nispete de
hakikat birdir.
Hakikat tek iken, bu
beraberlik nasıl geçerli olabiliyor? Burada ‘şeylik’ O’nun aynı değil, mazharın
aynıdır. Allah, o şeylik ile beraberdir, çünkü varlık, şeyliğe eşlik eder, halbuki
şeylik Allah ile beraber değildir. Çünkü şeylik, varlığa eşlik etmez. Bu varlık
için zorunluluk zati iken, şeylik nasıl O’na nispet edilebilsin ki? Mümkünün
zati zorunluluktan bir payı yoktur. Öyleyse Hak şeyliği (mümkün ayn) gerektirir
ve bu durumda onunla beraber olması geçerlidir. Şeylik ise, zati zorunluluğu
gerektirmez, dolayısıyla şeyliğin Hak ile beraber olması mümkün değildir. Bu
nedenle Peygamberin hadisi, şeyin Hakkın hüviyyetiyle beraber olabileceğini
dışladı. Çünkü beraberlik, bir yüceltmedir. Özü gereği varlık zorunluluğundan
yoksun şeyin ise, yüceliği yoktur. Bir şey ya tehdit ya da iyi bir vaadin hükmü
nedeniyle başka biriyle beraber olabilir. Bu ise aşağıdakinin üsttekiyle olan
beraberliğinden anlaşılır. Öyleyse alem, ister varlık ile ister yokluk ile
nitelensin, hiçbir zaman Allah ile beraber değildir. Özü gereği varlığı zorunlu
Hak, varlık ve yokluk halinde alem ile beraber olma niteliğine sahiptir.”
Muhyiddin ibn Arabi (K.S.)
2 yorum:
selamün aleyküm, kardeş bu metin İbnül Arabi Hazretlerinin hangi eserinde geçiyor?
İlgin için şimdiden teşekkürler...
Insani kamil Abdulkerim e cili kitabi saihfe 12 ,13 bakin,
Yorum Gönder