29 Temmuz 2012 Pazar

İlahi Kemal (Uluhiyetin kemali) / Teşbih-Tenzih


Uluhiyetin kemaline gelirsek, bu kemal, şeriatlar tarafından dile getirilmiştir. Akılların bu konuda kanıtı yoktur. Akıl kanıtının gerektirdiği şekilde bile olsa, bir aklın kemal saydığı şey, Allah nezdinde eksiklik olabilir. Öyleyse akıl, (en çok) Allah'ı bilmenin yarısını sağlayabilir. Bu yarım, tenzih ve çokluk hükümlerini Allah'tan olumsuzlamattır. Şari' ise, Allah'tan aklın kendi kanıtıyla olumsuzladığı şeyi ispat etmek ve O'nun olumsuzladığını ortaya koymak üzere gelmiştir. Böylelikle şeriat, Allah'a yaraşan kemali ifade ederken tenzih ve teşbihi birlikte zikretmiş, bu durum akılları hayrete düşürmüştür. İşte 'ilahi kemal' budur. Şeriatın zikrettiği konuda hayret ortaya çıkmasaydı, Allalı yaratılmış olanın hükmü altında kalırdı. Çünkü duyusal ve hayali güçler, yaratıcılarını görmek üzere özü gereği O'nu talep ederken akıllar da zatlarıyla ve kanıtlarıyla olumsuzlama, ispat, zorunluluk, imkan ve imkansızlık gibi hükümlerle Yaratıcısını arar. Şeriat ise, duyulara ve hayale akli kanıtların gereği olan soyutlamayla hitap eder. Duyular ve hayal hayrete düşer ve şöyle der: 'Bizim soyutlama gücümüz yoktur.' Akıllara ise duyuların ve hayalin gösterdiği şekilde teşbihi emreder. Akıllar bu hitabı dinler ve hayrete düşerek şöyle derler: 'Biz teşbihi bilmiyoruz.' Böylelikle akıllar, duyular ve hayal, Hakkı idrakten aciz kalır. Hak da hayrete (düşürmüş olarak) kemali üzere kalır. O'nu kendinden başkası bilemez ve göremez. 'Onu bilgiyle kuşatamadılar' ve gözle göremediler. Eserler görülür, mertebeye yönelinir, rütbe övülür, ilah tenzih edilir, teşbih edilene ibadet edilir. İlahi kemal denilen şey budur.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)

Hiç yorum yok: